18 Aralık 2022 Pazar

K.

 Bir kişiyi hayatınıza soktuğunuz an, hayatınıza soktuğunuz andır.

18 Ağustos 2021 Çarşamba

Special K.

Pink Floyd' un Shine On You Crazy Diamond şarkısını dinlerken yazıyorum bu satırları, gerçi şu an şarkının giriş kısmında olduğum için gayet sakinim ama şarkı da acayip içine çekiyor.




Şimdi biraz şarkının ilerlemesini bekleyip yine seni düşünüyorum, Afganistan' da havaalanında uçağın kanadından tutup düşen Afgan gibiydim bir dönemler, dalga geçmiyorum sadece o kadar çaresizdim ki işte. O Afgan da eminim ki çaresizdir, tamam o Afgan kadar çaresiz değildim belki de ama neyse bu da üzücü bir durum sonuçta. Aslında o kadar içindeymişim ki bu hissin fark edememişim hani böyle bir rüya sanırken, şimdi gerçek bir hasretle seni düşlerken buluyorum kendimi. Hem de binlerce kilometre uzaktan. Neyse High Hopes' a geçtim şimdi daha duygusal parmaklarım hadi devam edelim. 

Sen nasıl benim her dinlediğim şarkıda kendine yer buluyorsun? Yani nasıl oluyor da bütün güzel manzaraların tam ortasında duruyorsun böylece? 

Yazı bitmedi, taslak olarak kaydetmek istemedim ama devam edeceğim.

13 Mayıs 2021 Perşembe

D

DNA' mızda bulunan kodların aslında %90' ı anlamsız nükleotid dizilimlerinden ibarettir. Yani bizi biz yapan, yaşamamız için gerekli olan genler, toplam DNA' mızın sadece %10' unu oluşturur. Bunun böyle olmasının muhtemel sebebi, atalarımızın tek hücreli canlılardan başlayarak milyarlarca yıl boyunca sürekli değişime uğramasıdır. Canlılar değiştikçe bazı genler artık o canlı için gereksiz hale gelir ama vücudumuz o genleri yok etmez, sadece inaktif hale getirir. Bazen de virüsler aracılığı ile başka canlılardan gen transfer ederiz ve virüslerin bize aktardığı genler de çoğu kez boş nükleotid dizilimleridir. Aslında virüsler evrimsel gelişimimizde önemli bir role sahip canlılardır (aslında tam olarak canlı sayılmazlar ya neyse, konumuz bu değil şimdi). Hücre içinde genleri okuyarak protein sentezleyen (dokuyan) ribozomlar bu anlamsız nükleotid dizilimlerinin gereksiz olduğunu bilir ve o genleri okumadan pas geçer. Aktif olan genler "başla" kodu ile başlar, "sonlandır" kodu ile sonlanır.

İşin daha da ilginç yanı, genlerimizin bazıları kromozomda tek parça halinde bulunmaz, ayrı ayrı parçalar halinde bulunur. Geni okuyan ribozom dediğimiz organel ise protein sentezini tamamlamak için farklı yerlerde bulunan gen parçalarını okuyarak tüm bunlardan tek bir protein sentezler. Aslında bilgisayarlarda da bu durum böyledir. Örneğin bir dosyayı hard diske kopyala dediğimiz zaman bilgisayar o dosyayı bütün olarak değil, genellikle parçalar halinde diske kaydeder. Eğer kaydetmek istediğiniz dosya çok büyükse ve diskinizin tek bir lokasyonunda o kadar geniş boş alan yoksa bilgisayar dosyayı parçalar halinde diskin farklı yerlerine kaydeder. Eski bilgisayarcılar bilir, eskiden Windows' ta DEFRAG diye bir program vardı, bu tarz ayrık (fragmante) dosyaları Defragmante ederdi. Neyse şimdi konumuz bu değil, demek istediğim genlerimizin işleyişi de bilgisayarın hard diski gibidir.

Az önce sözünü ettiğim kullanılmayan boş dizilimlerinin yok edilmeden inaktif olarak tutulması da bilgisayarın hard disklerindeki gibi olur. Yani siz bilgisayarınızda bir dosyayı sil komutu verdiğinizde bilgisayar o dosyayı tamamen silmez, dosyayı inaktif hale getirir. siz bu inaktif dosyayı sistemden göremezsiniz ve gerçekten silindiğini zannedersiniz. ancak bu dosya halen fiziksel olarak hard diskin üzerinde yer kaplamaktadır. Hatta bu tarz silinmiş dosyaları geri kurtarmak için yazılmış programlar da vardır.

Peki DNA 'mızda bulunan bu anlamsız nükleotid dizilimleri ne işe yarar? Bunu tam olarak bilmiyoruz ama vücudumuz bu durumu bir savunma mekanizması olarak geliştirmiş olabilir. Çünkü DNA' mız mutasyona yol açacak bir dış etkene (radyasyon gibi) maruz kaldığında bundan %90 olasılıkla bu anlamsız nükleotid dizileri etkilenecektir. Bunlar da herhangi bir proteini kodlamadığı için oluşacak bu mutasyon etkisiz bir mutasyon olacaktır. Ayrıca evrimsel gelişim sonucu gereksiz olup inaktif olan genlere, daha ileriki evrimsel gelişim aşamalarında tekrar ihtiyaç duyulabilir. bu durum annelerimizin işe yaramayan eşyaları "belki ileride lazım olur" diyerek evin içinde saklamasına benzer. İnanması güç ama bezelyede hemoglobin geni olduğunu biliyor muydunuz? Evet, insanlarda kanın oksijen taşımasını sağlayan ve kana kırmızı rengini veren hemoglobin geni bezelyede de bulunur. Tabi ki inaktif olarak. Belki de bu gen bezelyeye bir virüs aracılığı ile aktarılmış olabilir.

Bu arada hücrelerimizde DNA' nın bakım ve onarımından sorumlu organeller de vardır. Bunlar DNA sarmalı üzerinde gezinerek hatalı kopyalanmış veya mutasyona uğramış genlerimizdeki hataları bulup tamir ederler. Bu denli küçük ve beyni olmayan bir organelin böyle kompleks bir iş çıkarması hayret vericidir. Mutasyonlar da çeşit çeşit olur bu arada. hazır konusu açılmışken onlardan da kısaca biraz bahsedelim. Kabaca iki çeşit mutasyon vardır:

  • Noktasal mutasyonlar (point mutations): Gen üzerindeki tek bir nükleotidin yerine başka bir nükleotid gelmesi veya eksik nükleotid olması vs gibi mutasyonlardır. Bunlar bazen sessiz mutasyondur (silent mutation), yani hata sonucu oluşan üçlü kodon orijinali ile aynı amino asidi kodluyordur (eşanlamlı kelime gibi düşünün). ancak noktasal mutasyonlar bazen son derece ciddi hatalı protein üretimine sebep olur ki, bu tek harflik hata oldukça ciddi hastalıklara yol açabilir.

  • Kaydırma mutasyonları (frameshift mutations): Evet, yanlış okumadınız. Tıpkı üniversiteye giriş sınavında kaydırma yapan öğrenci gibi burada da nükleotidler araya giren fazladan bir nükleotid veya eksik nükleotid nedeniyle kayar, tüm cümlenin anlamı bozulur. 

Vücudumuzun bağışıklık sistemi de mutasyonlara karşı savaşır. Anne karnındaki fetüste yaşamla bağdaşmayacak ciddi bir mutasyon tespit edildiğinde bağışıklık sistemi devreye girer ve fetüsü öldürerek düşüğe sebep olur. Yapılan fetüs otopsilerinde spontan (kendiliğinden gelişen) düşük vakalarının önemli bir kısmında ciddi kromozom anomalilerinin tespit edilmesi bu teoriyi destekler. Yani vücudumuz bu konuda oldukça seçici davranır, hatalı kromozom taşıyan yeni bireyler doğurmamızı istemez.

Bağışıklık sistemimiz kanserle de savaşır. Genetik mutasyon sonucu ortaya çıkan kanser hücreleri çoğunlukla savunma hücrelerimiz tarafından öldürülür. 70 yıl yaşayan bir insanın vücudunda, hayatı boyunca ortalama 100.000 adet (yanlış okumadınız yüzbin adet) kanser hücresi oluşur. Bu durum bağışıklık sistemimizin ne kadar ciddi çalıştığının bir göstergesidir.

Vücudumuzda şüpheli davranışlar sergileyen mutant bir hücre, t-helper dediğimiz yardımcı savunma hücrelerince hedef gösterilir. Öldürme işini ise sitotoksik t-lenfositler, natural killer hücreler ve makrofajlar yapar. Evet, bağışıklık sistemimizde görev yapan ispiyoncu muhbir hücreler de vardır. Kanser tedavisinde uygulanan gen naklinde bu muhbir t-helper hücrelerden faydalanılır. AIDS hastalığındaysa t-helper hücrelerinin fonksiyonu bozulur ve bu durum bağışıklık sistemini çökertir. Neyse konuyu biraz fazla dağıttık galiba.

Sonuç olarak genlerimizin nasıl çalıştığını anlamak başlı başına bir bilimdir ve gelecek bu bilimdedir. Genlerimiz tüm vücut fonksiyonlarımızın ve yapı iskeletimizin üzerinde yazdığı bir tasarım planı şeklinde hücrelerimizin içinde bulunur. Vücudumuz bu tasarım planını korumak için de başta bağışıklık sistemi olmak üzere çeşitli koruyucu-önleyici mekanizmalar geliştirmiştir. Bu mekanizmalar bizleri zararlı etkilere yol açacak mutasyonlara karşı korur. Ancak bu koruma her zaman %100 başarılı olmaz, arada gözden kaçan bazı mutasyonlar ve bunun kanser gibi istenmeyen sonuçları da olabilir. Ama bu mutasyonlar olmasaydı emin olun evrim diye bir şey olmazdı ve eğer bu gen koruyucu sistemlerimiz %100 başarıyla çalışıyor olsaydı, bizler bugün hala tek hücreli ilkel canlılar olarak yaşamımıza devam ediyor olurduk. Başarısızlıkta da bir başarı vardır aslında.

Vücudumuzun özenle koruyup kopyaladığı bu tasarım planı, nükleotid dediğimiz 4 farklı harften oluşan bir alfabeyle yazılır. Bu harflerin 3 tanesi yan yana gelerek amino asitleri kodlar. kodlanan 20 çeşit amino asidin farklı kombinasyonlar ile birleşiminden milyonlarca çeşit farklı proteinler üretilir ve bu proteinler bizi biz yapan fonksiyonları ve yapısal iskeletimizi şekillendirir. İşin ilginç yanı, dünya üzerinde yaşayan bütün canlılar; virüsler, bakteriler, mantarlar, parazitler, hayvanlar, bitkiler ve hatta dinozor gibi nesli tükenmiş canlılar, hepsi aynı genetik alfabeyi ve aynı genetik dili kullanırlar. yani bu dil, dünya üzerinde bulunan tek evrensel dildir.

Kaynak: Richard Dawkins: Kör Saatçi (The Blind Watchmaker).

7 Mayıs 2021 Cuma

White Day



1936 yılının 14 Şubat' ında Japonya' nın Kobe şehrinde bir çikolata fabrikası kadınların sevdikleri erkeklere kalplerinden bir parça olarak çikolata vermeleri için bir kampanya düzenler. O günden sonra Japonya' da sevgililer günü sadece kadınların erkeklere hediyeler aldığı geleneksel bir gün haline gelir. Japon erkekleri bu özel günde hiç kimseye hediye almadıkları gibi birçok yerden kendilerine gelen hediyelerle de iyice şımartılıp pohpohlanırlar. Tabi kadınlar için durum içler acısıdır. Çünkü olay sadece eşlerine veya sevgililerine hediye almakla bitmez. İş arkadaşlarına, aile üyelerine kısacası değer verdikleri bütün erkeklere de çeşitli hediyeler vermek durumunda kalırlar. En çok tercih ettikleri hediye ise geleneksel olarak çikolata ve şekerlemedir. Ondan sonra ise süs eşyaları gelir. Kadınlar en çok değer verdikleri erkeklere pahalı çikolatalar, daha az değer verdikleri erkeklere ise ucuz çikolatalar almayı tercih ederler. ancak "White Day" in gelmesiyle beraber sadece kadınların sırtına yüklenen bu tek taraflı alışveriş de bir bakıma son bulur. 

Japonya' nın Hakata bölgesinde küçük bir şekerleme dükkanı işleten Zengo Ishimura bir gün magazin dergilerini karıştırırken bir kadın okuyucunun mektubuna rastlar. Mektup oldukça sitemkardır. Kadın okuyucu sevgililer gününde erkeklerin kendilerine hediye almadığını, hediyelerin sadece kadınlar tarafından verildiğini, bunun bir haksızlık olduğunu, erkeklerin de kendilerine en azından bir çikolata, şekerleme veya mendil alması gerektiğini savunan bir şikayet mektubu yazar. bu mektup Zengo Ishimura' ya ilham kaynağı olur. Eğer kadınlar sevgililer gününde erkeklere hediye alıyorsa, erkekler de pek ala belirlenecek başka bir günde kadınlara hediyeler almalıdır. Hemen bu fikrini çalışanlarıyla paylaşır, gayet olumlu tepkiler alır. Bunun üzerine kadın çalışanlarıyla bir toplantı düzenler ve onlardan kendilerine hediye verilmesi için bir gün belirlemelerini ister. Kadınlar da sevgililer gününden tam bir ay sonrasını yani 14 mart tarihini uygun görür. Böylece 14 mart yeni bir geleneğin başlangıcı olur. Erkekler de artık elini taşın altına sokacak ve değer verdikleri kadınlara hediyeler alacaktır. Bu özel günün adına da "Marshmallow Day" denilir.

1978 yılına geldiğimizde ilk Marshmallow Day kutlanır. İlk kutlama Ishimura Manseido adlı şekerleme dükkanının çevresinde yerel bir kutlama olarak yapılır. Erkeklerin kadınlara alacağı hediye bile bellidir. Ishimura bu özel gün için bir tatlı hazırlamış ve satışa sunmuştur. Marshmallow Day sonraki birkaç yılda da bu şekilde yerel düzeyde kutlanmaya devam eder. 1980 yılına geldiğimizde ise bu özel günün ismi daha kapsayıcı olacağı düşünülerek ''White Day'' olarak değiştirilir ve White Day zamanla yerellikten çıkar ve bütün Japonya' da yaygınlaşır. Sonradarı da hızını alamaz günümüzde Güney Kore, Tayvan, Çin gibi ülkeleri de kapsayan yeni bir sevgililer günü haline gelir. White Day ilk kutlanmaya başladığı zamanlarda erkekler, günün adına da uygun olarak beyaz çikolata, beyaz altın gibi beyaz rengin ağırlıkta olduğu hediyeler almaya özen gösterirler. Ancak bir süre sonra bu alışkanlık terk edilir. Hediyeler renklenir, zamanla erkeklerin aldığı hediyelerin kadınların aldığı hediyelerden üç kat daha pahalı olması da yazılı olmayan bir kural olarak yerleşmeye başlar. Kısacası bugün Japonya ve bazı Uzakdoğu ülkelerinde sevgililer günü 14 şubat ve 14 mart olarak iki parçaya bölünmüştür ve her iki gün de sadece sevgilileri değil, değer verilen bütün karşı cinsiyeti kapsamaktadır. Ayrıca bu iki özel günün eski zamanlardaki mektuplaşmalar gibi bir işlevi de vardır. Buna göre 14 Şubat' ta hoşlandığı erkeğe hediye alan bir kadın 14 Mart' ı beklemeye koyulur. Eğer erkek de kendisinden hoşlanıyorsa kadının hediyesine karşılık verir ve aralarında bir ilişki başlar. Bu ise birbirine açılmaya çekinen insanlar için bulunmaz bir nimettir.

5 Eylül 2020 Cumartesi

Turkey Bird



Hindiler kadar gariban, vatansız bir kuş daha yoktur sanırım.
Bir düşünün şimdi, çoğumuzda bu kuş için söylenen "Turkey" kelimesinin manası konusunda içten içe bir sinir olma durumu mevcuttur. Lakin, bu talihsiz kuşun hikayesini öğrendiğimde şahsen keşke herkes bu kuşa turkey dese de, biz de bu kuşu nüfusumuza alsak dedim.

Malumunuz, bu arkadaş Avrupa' lı tüccarlar tarafından Amerika' ya ilk defa götürüldüğünde Türkiye' den gittiği düşünüldüğü için arkadaşa Türk Kuşu manasında "Turkey fowl" veya "Turkey bird" denmiştir. "Turkey bird" ifadesi (bazı kaynaklara göre William Shakespeare' in de katkısıyla) zaman içinde "Turkey" olarak kısalmış, öyle de kalmıştır.

Lakin kuşumuz hiç bir zaman tam olarak Türk kuşu olamamıştır.

İngilizce ile Britanya dillerinde Türkiye ile ilişkilendirilen bahtsız arkadaşımız;

Türkçemizle birlikte Ermenicede, Katalan dilinde, Fransızcada, Gürcücede, İbranicede, İtalyancada, Ukraynacada, lehçede ve Rusçada "Hindistandan gelen kuş", "Hindistan tavuğu" manalarında.

Yunancada, Kamboçya ve İskoçyanın bir kısmında "Fransız tavuğu" manasında.

Bazı yunan dillerinde "Mısır tavuğu" manasında.

Portekiz, Hırvat, Slovak, Pakistan, Havai dillerinde "Perulu" "Peru' dan" manasında.

Arapçada "Yunan/Bizans tavuğu" manasında.

Vietnamda "batı tavuğu" manasında.

Malezyada "Hollanda tavuğu" manasında.


Neyse ki bazı milletler "nerden gelirsen gel" demiş ve arkadaşımızı yedi yüzlü kuş (Japonya, Kore), mavi kuş (bazı Türk lehçeleri), büyük kuş (Amerika yerli dilleri), ateş tavuğu (Çin), fil tavuğu (Afganistan) gibi nispeten karizmatik isimler vermişlerdir.

O yüzden artık Türkiye ve hindi espirileri gıcık etmekten çok, bu hüzünlü aidiyetsizliği hatırlatacak bana.

Bitti mi? Hayır bitmedi.


Fijililer de "pipi" diye çağırmaktadır bahtsız arkadaşımızı.

9 Temmuz 2020 Perşembe

Ok

Elemanın biri kalbinde saplı bir okla yaşamaktaymış. İşte aşık olmuş bu. Kız çok güzel tabi her hikayedeki gibi, bunlar mutlu bir birliktelikten sonra her zamanki hikayelerde olduğu gibi ayrılmışlar. Tabi aşk bittiği zaman okun da çıkması icap eder. Bizim eleman da kafaya takmış bu oku çıkartmayı. Ama nasıl çıkaracağı hakkında hiçbir bilgisi yokmuş. Bu arada zaman ortaçağ zamanları, yani elemanın internetten bu oku nasıl çıkartabileceğine dair bir siteye girme şansı yok. Google' a soramıyor, ne zor zamanlar.. Sonra bu eleman bir bilgeyi buluyor ve soruyor, "bunu nasıl çıkartabilirim?" 


Bilgenin ağzından aynen aktarıyorum (evet ortaçağda geçen bir hikayeye göre bilgenin ağzından aktarıyorum) "Okun ucu çoğu zaman zehirlidir. Oku çıkarırken dikkat edilecek husus, mihrabı ekseni etrafında fazla döndürmeden, kalbe zarar vermeden çıkarabilmektir. Bunun için oku çok nazik hareketlerle maksimum iki derecelik açı vererek sağa ve sola hafif hafif oynatırken bir yandan da çekerek çıkarmaya çalışmak gerekir. Son derece zahmetli olan bu müdahale tıbbi yeterlilik gerektireceğinden dolayı tek başına denenmemelidir." 


Oldukça sancılı olan bu yöntemin uygulanması umumiyetle gerektiğinden çok daha fazla zaman alır. Yapısı itibarı ile girdiği kadar kolay çıkması mümkün olmayan oktan kurtulabilmenin en zor ama en şık yolu ise, sapın dışarıda kalan tarafına sert bir hamleyle, vurularak, doğrudan sırttan çıkmasının sağlanmasıdır. Maharet, okun sapına uygulanacak itkinin, saplanmış nesnenin tek defada çıkabilmesine olanak tanıyacak kadar sert, ölümcül olmayacak kadar da ustalıklı uygulanmasındadır. Bu yöntem çelik gibi kuvvetli sinirlere, güçlü bir iradeye, yüksek acı eşiklerine dayanabilecek cesarete ve sağlıklı işleyen bir zihne ihtiyaç duyar. Kuvvetle sapına vurulan okun arka taraftan hızla çıkacağı öngörülerek, işlemin açık havada yapılmasına, evde yapılıyorsa da, en kötü ihtimalle, arkada kimsenin bulunmamasına dikkat edilmesi gerekmektedir. Daha sonra yaralı bölge özenle temizlenip bandajlanarak önceden viski doldurulmuş küvete yatırılır. Bir iki saat burada tutulan vücut daha sonra uykuya teslim edilir. Ertesi sabah uyanıldığında yaranın hızla iyileşme eğiliminde olduğu görülecektir. Bünyenin 24 saate kadar yeni oklar için elverişli hale gelebilme şansı dahi vardır. 

Yine de bu süreç içerisinde anı tabir edilen, geçmiş yaşam formlarının zihinde karmaşaya neden olacak biçimde canlandırılmasından kesinlikle kaçınılması elzemdir. Anı, kelime olarak, "geçmiş", "geçmişte kalan", "yaşanmış olan", ihtimal paralel bir evrende devam eden -ki bu ihtimalle hiç ilgilenmiyoruz- ama "geride kalmış" bulunan, "var olmayan", "bitmişliği kesin olan", "zamanda yeri bulunan fakat "an'a ait olmadığı su götürmeyen" gibi anlamlar içermektedir. Bu etkili yöntemi takip eden 3 hafta boyunca, tedavinin etkili sonuç verebilmesi için saplananla ilgili anılardan uzak durulması (nasıl da saplanmıştı, ne de güzel girmişti, hiç de acımıyordu, vb.) yani düşünce tabir ettiğimiz akılsal faaliyetin, çıkarılmış olan oka dair, okla ilgili, boka saran ve zihni gereksiz yere meşgul eden çalışmalarının, "şu hayatta en son ihtiyacımız olan 3 şey" listesinde ilk üçe, yani 1, 2 ve 3 numaraların hepsine birden sokulması, ve işbu listenin bu süre zarfında "3" le sınırlı tutulması gerekmektedir. Tedavide başarı oranının çok yüksek olduğu yapılan deneyler sonucunda kanıtlanmıştır.

3 Temmuz 2020 Cuma

Adolf?!

Adolf Hitler tam 15 suikast girişiminden sağ kurtulmuştur. Özellikle sonuncu suikast girişimi o kadar ilginç olmuş ki, suikastı düzenleyenler başarılı olduklarını zannederek birkaç saatliğine ülke yönetimine el koymuşlar (ülke dediğin de koskoca Nazi Almanya' sı yani, muz cumhuriyeti değil). Bu olayda, eğer başarılı olsaydı 2. Dünya Savaşı' nı bir yıl önceden bitirerek yaklaşık 10 milyon insanın ölmesine engel olacak bir kahramanın hazin öyküsü vardır.

Albay Claus Von Stauffenberg: Adolf Hitler'e suikast düzenleyerek darbe girişimi başlatmış alman subayı. 

20 temmuz 1944 günü Hitler' in bulunduğu toplantı salonuna, içinde 970 gram İngiliz yapımı zaman ayarlı plastik patlayıcı olan evrak çantasıyla girmiş, çantayı masanın altına, Hitler' in ayaklarının çok yakınına yerleştirmiş ve bir bahaneyle toplantı salonundan uzaklaşmıştır. Hani tıpkı filmlerdeki gibi arkasında bomba patladığında o istifini bozmadan ağır ağır yürüyerek oradan uzaklaşmış, "bu patlamadan kimse sağ kurtulamamıştır nasıl olsa" diye düşünerek uçakla Berlin 'e geçmiş ve arkadaşlarıyla hemen darbe girişimini başlatmıştır. Stauffenberg ve arkadaşlarının planı dahiyanedir: Herkese "yönetimi ele geçirmek isteyen SS' ler führerimizi öldürdü. Bu yüzden bu gözü dönmüş SS' leri durdurup düzeni sağlamalıyız" diyerek SS' leri tutuklama emrini vermiştir. İlk başta işler tam da Stauffenberg' in istediği gibi gitmiş, Berlin' de alman polisi ve diğer askeri birlikler Hitler yanlısı SS subaylarını tutuklamaya başlamıştır. Stauffenberg ve arkadaşları neredeyse tüm Berlin yönetimini ele geçirmek üzeredir. Fakat patlamadan sağ kurtulan Hitler, kritik isimleri telefonla arayıp "ben yaşıyorum oğlum, siz ne bok yiyorsunuz lan orada" deyince bir anda işler Stauffenberg 'in aleyhine dönmüş ve darbe girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Sonrası ise malum: idam edilmiştir.

Peki asıl soru şu: Hitler o patlamadan nasıl sağ kurtuldu? 

1) Toplantı, Doğu Prusya' nın Rastenburg kasabasında (günümüz Polonya' sının Ketrzyn kasabasında) Hitler' in meşhur karargahı Wolfsschanze (kurt ini) adı olarak bilinen, orman içinde gizlenmiş, son derece kalın beton duvarlardan yapılmış korunaklı binada yapılacaktı. Bu binanın tüm duvarları yıkılmaz betondu ve dışarı açılan penceresi yoktu. Bu da içeride patlamanın etkisini arttıracak, dışarı çıkamayan şok dalgası içeriyi adeta cehenneme çevirecekti. Ancak Hitler, havanın sıcak olduğu gerekçesiyle son anda toplantının konferans salonunda yapılmasını ister. Hava sıcak olduğu için tüm pencereleri açık olan konferans salonunda patlama beklenen etkiyi göstermemiş, şok dalgası pencereden dışarı çıkarak patlamanın etkisi azalmıştır.

2) Aslında aynı patlayıcıdan iki taneyle toplantıya gelen Stauffenberg, Hitler' in toplantıyı 15 dakika erkene alması nedeniyle ikinci bomba düzeneğini çalıştıracak zamanı bulamamıştır. Aldığı savaş yaraları nedeniyle sol gözünü, sağ elini ve sol elinde ise yüzük ve serçe parmaklarını kaybetmiş olan Stauffenberg için iki arada bir derede bu düzeneği çalıştırma işi hiç de kolay değildi.

3) Hitler' in çok yakınına konulan çanta, son anda oradaki adamlardan birinin (albay Heinz Brandt) ayağına takılmış ve albay Brandt içinden "hay zikicem şimdi çantasını da" diyerek çantayı aldığı gibi daha uzak bir köşeye, masanın ayağının öbür tarafına koymuştur (albay Brandt' in bu patlamada bir bacağı kopmuş ve bir gün sonra hastanede hayatını kaybetmiştir).

3) Üzerinde haritalar ve bilimum askeri belgeler bulunan meşe ağacından yapılmış kalın ve ağır toplantı masası, adeta bir kalkan vazifesi görerek Hitler' i korumuştur.

Hitler bu suikast girişiminden sağ kurtulunca kendisinin tanrı tarafından korunduğuna inanmış ve kafasında tasarladığı planı, tanrının onayladığı plan olarak düşünerek savaşın sonuna kadar bildiğini okumuş ve etrafındaki hiçkimsenin önerilerini dikkate almayarak savaşı kaybetmiştir.

Ayrıca en güvendiği subaylardan birinin bile kendisini öldürmeye kalkışması neticesinde iyice paranoyaklaşmış ve etrafındaki herkesten şüphelenir olmuş. Hal böyle olunca sürekli generallerin yerini değiştirmiş ve orduda işlerin aksamasına neden olmuştur.